19 Ağustos 2008 Salı

İnterdisipliner bir yaklaşımda bilişim teknolojileri ve fikri mülkiyet ilişkisi(taslak)

Bilişim teknolojileri yoluyla yaşanan bütünsel değişim, basit şekilde hukukun ilgilenmesi gereken bir başka “yenilik” olarak görülemez. Elektronik bilgi işlem ve haberleşmeye dayalı bu yeni sosyal ve ekonomik fenomenin hukuk bilimiyle ilişkisi; gerek hukuki düzenleme yönteminde gerekse hukukun ve sosyal bilimlerin temel yapıtaşlarını oluşturan “kişi”, “toplum”, “süje”, “obje”, “sorumluluk” ve hatta “anlam” gibi kavram ve olgular noktasında yarattığı dönüşüm sebebiyle, intersidipliner bir çalışma alanıdır.

I- İNTERDİSİPLİNER BİR ÇERÇEVEDE BİLİŞİM VE FİKRİ MÜLKİYET HUKUKU ALANLARI
Genel olarak bilişim hukuku
Bilişim hukuku genel olarak “information law” veya benzeri terimlerle batı ülkelerinde bağımsız bir akademik disiplin haline gelmiş olup, farklı akademik kurumlarda değişik yaklaşımlar çerçevesinde örgütlenmiştir. Bu başlık altında en genel şekliyle bilgi işlem teknelojilerine bağlı olarak bilginin gerek kamusal bir güç ve gerekse ticari bir meta olarak kullanımını, gerek maddi hukuk gerekse hukuki düzenleme tekniği açısından inclenmektedir. Söz konusu alanda hakim olan iki temel yaklaşımdan birincisi, bilgisayarların hukuki problem çözme ve hukuk kaynaklarına ulaşmakta kullanılması üzerine yoğunlaşırken; ikincisi, dahah maddi hukuk odaklı şekilde teknolojik değişimin sosyal ve ekonomik sahadaki etkilerini Fikrî Mülkiyet, Veri Koruması, Rekabet, Şirketler, Telekomünikasyon, Tüketici ve Tahkim Hukuku gibi disiplinler açısından irdelemektedir. Ancak bu ayrımın daha çok bireysel uzmanlık noktasında belirdiği ve akademik oluşumlar açısından, her kurumun kendine özgü bir araştırma yelpazesi bulunduğu söylenebilir. Buna ek olarak, bilgi-işlem teknolojilerinin fikir ve sanat eserleri hukukunda yarattığı değişimin sonuçları, kendini geliştirme ve bilgiden faydalanma gibi sosyal haklar bakımından da inceleme konusu olmuştur. Bilgisayar ve ieltişim bilimleri ile hukukun kesişme alanını oluşturan bu disiplin, gelişmiş ülkelerde hukukçu, programcı ve sistem analisti gibi uzmanları bünyesinde barındıran enstitüler tarafından ele alınmaktadır.Aşağıda daha detaylı açıklanacak nedenlerle Bugün için fikri mülkiyet hukukuna gerek bugüne kadar ki çalışmalarımda gerekse doktora tezimde, fikri mülkiyet hukukunun gittikçe daha fazla interdisipliner yaklaşımlara ihtiyaç duyan dinamik yapısı, temel bakış açısını oluşturmuştur.
Hukukta disiplinlerarası yaklaşım
21. yy’da; yazılım ve genetik biliminin insan davranışını düzenlemede klasik hukuk kurallarını geride bırakan veya bir başka deyişle, hukuk kurallarını konu dışına iten bir önemi haiz olacağı görülebilir. Bir fonksiyon olarak hukuk, bir noktadan sonra, davranışı düzenleyen dille ifade edilmiş normlar üretmekten çok; yazılım ve genetik mühendisliği gibi davranışı birincil düzeyde doğrudan düzeneleyen diğer mekanizmaları denetlemek zorunda kalacaktır. Bu perspektif, gerçek anlamda disiplinlerarası akademik çabaların, hukuk alanı için ne derece önemli olduğunu göstermektedir.
Ancak şunu unutmamak gerekir ki, disiplinlerarası yaklaşım, farklı alanlardan kişilerin parça parça ortak bir iş yapmalarını değil ve fakat; farklı disiplinlerden gelen kişilerin biribirlerinin alanlarını öğrenerek birlikte bir bütün; yeni bir sentez oluşturmalarını ifade eder. Görüleceği gibi bu tip çalışmalar, ilgili kişilerin, hukuk dışında farklı bilgi alanlarını neredeyse sıfırdan başlayarak akademik bir disiplinle öğrenmelerini gerektirir. Bugünkü yapı dikkate alındığında, böyle bir girişimin söz konusu akademisyenin ilerlemesini geciktirmesi bir yana, bu tip bir donanım elde eden hukukçunun akademide kendine yer bulması da oldukça zor görünmektedir.
Hukukun diğer sosyal bilimlerden görece izole edilmiş karakteri, disiplinlerarası yaklaşım önündeki en büyük engeldir.
Fikri Mülkiyet ve Bilişim Hukuku Perspektifi
Akademide halen “Bilişim Teknolojileri Hukuku” ve “Fikri Mülkiyet Hukuku” adı altında ayrı ayrı ele alınan bilimsel çalışma alanları, her geçen gün daha fazla birbiriyle içiçe geçmekte, adeta bütünleşmektedir. Özellikle, fikri mülkiyet hukukunun doğrudan bilginin sahipliğiyle ilgili bir düzenleme alanı haline gelmesi; bilgiye erişimi sınırlayıcı karakterdeki bilişim hukukuna ilişkin düzenlemeleri, fikri hak nosyonuyla karşılıklı bir etkileşim içine sokmuştur. Bugün gelinen noktada tüm dünyada akademik birimlerin bu iki konuyu birlikte ele alacak bir yapılanmaya yöneldiği görülmektedir. Aşağıda da belirtildiği üzere fikri mülkiyet hukuku başlığı altındaki en canlı ve tartışmaya açık araştırma konuları, daima bir bilişim hukuku perspektifi içermektedir.
Bu bağlamda ilk akla gelen kesişme noktaları şunlardır.
Biyo-teknoloji
Bigisayarlı iletişim teknolojilerinin bizleri hergün daha fazla dijital ağlardan kurulu bir topluma yönelttiği bu dönemde, bilgi işlem teknolojilerinin ortaya çıkardığı genetik bulgular ve icatlar, insan davranışını konu alan sosyal bilimleri biyolojiye daha yakından bağlarken; hukukun sosyal bilim alanındaki konumu da sorgulanmayı beklemektedir. Genetik çözümleme, biyolojiyi, hangi proteinlerin yan yana geleceğinin belirlendiği bir bilgi-işlem mekanizmasına dönüştürmüştür. Bu sebeple biyo-teknolojiye ilişkin fikri mülkiyet konuları doğrudan bilişim hukukuyla bağlantılıdır.
İnsan toplumunun ve devamında kültürün ortaya çıkışı, gezegen üzerindeki biyolojik evrimi yeni bir aşamaya taşımıştır. Bu noktada evrimin itici gücü doğal seleksiyondan çok, insan aklı ve eylemi haline gelmiştir. Kültürün doğumundan beri evrimsel seleksiyon giderek artan şekilde, doğal çevre tarafından değil; insanın yarattığı sosyal ve teknik yapı tarafından belirlenmektedir. Akli üstünlüğü ele geçiren insan, teknoloji yoluyla diğerlerini yok etmekte veya kendisine yararlı hale dönüştürmektedir. Bu yönüyle kültür, biyolojik evrim sürecinde başat bir rol edinmiştir.
İnsan, genetik mühendislik sayesinde, kendisi dahil diğer canlıların DNA dizilişiyle oynamak suretiyle, doğanın emrettiğini değil; kendi doğru, haklı, meşru veya uygun bulduğunu gerçekleştirebilecek duruma gelmiştir. Genetik mühendislik beyin kimyamızla oynayarak çevreyi algılayışımızı yani bütün bir toplumsal yapıyı etkileyebilir. Daha kuşkucu, daha sevecen veya daha hoşgörülü bireyler yaratmanın eşiğine geldiğimiz günümüzde, sosyal bilimin bu gerçekle yüzleşmesi ve insan genetiğine yapılabilecek müdahelenin toplumsal yapıyı nasıl etkileyebileceğini anlamaya çalışması gerekir.
Bu bağlamda uç bir örnek olan genetik patentler, fikri mülkiyet korumasının rasyonel gerekleri ve meşruiyeti üzerinde önemli soru işaretleri doğurmaktadır. Genetik bilgi üzerinde patent hakkı tanınması süreci çoklukla, somut ve fiziki bir buluşun ortaya konulmasından çok, doğrudan bilimsel araştırmaya dayalı anlatımı esas alır. Biyoteknolojik araştırmalarda kullanılan yöntemlerin karmaşık doğası, bütünü oluşturan tüm elemanların mutlak netlikte tanımlanmasını zorlaştırır. Bu nedenle genetik konularda yapılan patent başvuruları niteliği itibariyle yapısal değil, fonksiyonel ve informatif açıklamalara dayanır. Başvuruyu değerlendiren ofisten istenen, sunulan bilginin genotip üzerinde tanımlanabilir bir değişiklik anlamına geldiğinin teyit edilmesidir. Sonuç, aslında herhangi bir buluşun değil, genetik bir bilginin mülkiyet konusu haline gelmesi olarak karşımıza çıkar.
Genetik bilim özellikle son yıllarda kazandığı ivme ile, hukuki sistemlerin de yapıtaşını oluşturan, kişi, eylem, karar, irade, insan ve eşya gibi kavramların anlamsal sınırlarını bulandırmakta, yeni tanımlamaları zorunlu kılmaktadır. Gelecekte sosyal bilimlerin ve özellikle insan davranışını ve buna bağlı oluşumları konu alan psikoloji ve sosyolojinin, daha fazla genetik bilimine yaklaştığına ve bu disiplinlerin kendi metod ve bakış açılarını, genetik verileri değerlendirmek üzere yeniden yapılandırdığına tanık olacağız.
Yazılım Patentleri
Yazılımın kendisi fonksiyonel bir araç olmasına rağmen, hukuki koruma bakımından orjinaliteyi esas alan telif hakları içinde düzenlenmiştir. Toplumsal ve ekonomik hayatta gittikçe yoğunlaşan fonksiyonu sonucu yazılımın fikri hukuk çerçevesinde korunması da, fikri hukukun bilişimle kesiştiği bir başka alan olarak ortaya çıkmaktadır.
En basit şekliyle bakıldığında, telf hakkı yaratıcının üslubunu korurken; patent belirli bir teknik fonksiyonu temel alır. WTO ve TRIPS Anlaşmaları bilgisayar yazılımlarını, telif hakkı korumasında kabul etmiş ve bu çerçevede, bilgisayar kaynak kodunun izinsiz kopyalanarak kullanılmasını engellemiştir. Ancak yazılımların, TRIPS Anlaşmasının 27. Maddesi çerçvesinde, patent hakkına konu olup olamayacağı sorusu hala cevapsızdır. Günümüzde yazılım koruması bakımından en tartışmalı konu olan patent, yazılımlara uygulandığında izinsiz kopyalamayı engellemenin ötesine geçerek, aynı programlama tekniğinin başka programcılarca da kullanılmasını engelleyecek sonuçlar doğurmaktadır. Herhangi bir programlama tekniğinin değişik bir uygulaması telif hakkı açısından ihlal oluşturmazken , eğer patent koruması öngörülmüşse ihlal gündeme gelebilmektedir. Bu durumda aynı programlama tekniğini tamamen kendi çabasıyla ortaya çıkaran sonraki bir programcı da, patent hakkı ihlali iddiasına muhatap kalabilir.
Yazılım, patent ve telif hakkı korumasının gerek kavramsal gerekse hukuki boyutta içiçe geçtiği bir alandır. Yazılım üzerinde telif hakkı bulunması, onu bir fikir ifadesi sayıp koruma altına alırken; bir yandan da patent koruması tanınması, bir buluş sayarak yazılıma fiziki nesne benzeri bir statü vermektedir. Böylelikle, eşya hukuku ve fikri mülkiyet alanlarındaki temel paradigma olan maddi ve gayrımaddi mal ayrımına aykırı bir sonuç orytaya çıktığı söylenebilir.
Patent hukuku en baştan beri, bilimsel gerçeklerin, matematiksel formül ve ifadelerin patent korumasına konu olamayacağını kabul eder. Başlangıçta gerek AB, gerekse ABD Hukuku bu görüşü koruduysa da, 1990’lı yıllara gelindiğinde ABD Mahkemeleri yazılım patentlerini yaygın şekilde tanımaya başlamıştır.
DRM (Sayısal Hak Yönetimi)
DRM, dijital formattaki içeriğin telif hakkı sahibince belirlenen kurallara göre dağıtımını ve kullanılmasını sağlayan yazılımların genel adıdır. DRM diye adlandırılan sistemler, koruma altındaki dosyaları internet sunucuları üzerinden takip etmekte, izin vb. usullerin işleyişini yönetmekte ve hatta, kulanıcının banka hesabı üzerinden tahsilat yapmaktadır. DRM, içeriğin kullanımını ve kopyalanmasını yasaklayabilen, sınırlayan veya izne tabi kılan yazılımlar olarak, geleceğin telif hukuku ve diğer bilgi yönetimi düzenlemelerinin uygulamasında çok önemli bir araçtır. DRM sistemlerinin bir fonksiyonu, içerik konusu eserin belirlenmesi ve tanımlanması; diğeri ise eserin kullanımına ilişkin kuralların belirlenerek dijital platformda uygulanmasıdır.
İnternet hızındaki artış ve özellikle kablosuz(wireless) teknolojilerin doğurduğu yaygın bağlantı, dünya üzerindeki pek çok bilgisayarın sürekli internete bağlı ve biribiriyle iletişim halinde olması sonucunu doğurmuştur. Bu durum karşısında eserlerin, CD, kitap örneğinde olduğu gibi, sayısız kez dinlenmek ve okunmak üzere satılmasından bahsetmek artık mümkün değildir. Çünkü ağa bağlı herhangi bir bilgisayarda mevcut bir dosyanın başka bir kullanıcı tarafından kopyalanıp kullanılması yakın gelecekte çok daha kolaylaşacaktır. Hatta bir noktada eş zamanlı bağlantı sayesinde internet üzerinde müzik, film vb. içeriğin izlenmesi için sabit diske kopyalama gerekmeyecek; aynı anda download edip izleme/dinleme söz konusu olacaktır. İşte bu noktada DRM sistemleri, telif konusu eserlerin kullanım başına(pay per view) ücretlendirileceği bir sisteme geçişi mümkün hale getirir. Yaygın ve sürekli internet bağlantısıyla desteklenmiş DRM sistemleri, kullanıcıların dinleme/izleme/okuma başına veya süreye bağlı telif bedeli ödemeleri için tasarlanabilir. Artan bağlantı hızı ve network dediğimiz fenomenin toplumsal planda kazandığı önem karşısında, telif hakkı sahiplerinin kopyalama eylemi üzerine giderek beklenen amaca ulaşmayacakları açıktır. Bunun yerine DRM yoluyla, kopyalamanın kaynağına bakılmaksızın kullanım başına telif bedeli toplayan bir sistem tasarlamak çok daha akılcı görünmektedir.
Global ölçekte yönelmekte olduğumuz bu sistemin en önemli sonucu, telif hakkı sahiplerine, kendilerine ait hakları icra etmek hususunda yargı mekanizmasını dışarda bırakan bir düzen sunması ve telif hakkını tek yönlü olarak genişletmesidir. Klasik hukuki mekanizmalar içinde, ihlali tespit eden telif hakkı sahibi yargı yoluna giderken, DRM yapısı içinde, kanuni veya akdi bir hakkının sistem yoluyla engellendiğini düşünen kullanıcı, yargı önünde hak aramak zorunda kalacaktır.
Dijitalizasyon ve Kamusal Bilgi Alanı
İnternet üzerinde hızla devam eden ekonomik faaliyet ve telif hakları yoluyla sağlanmaya çalışılan tekelci yapı, insanoğluna ait en önemli kaynak olan bilginin ticarileşmesi ve evrensel niteliğini kaybetmesi anlamına gelmektedir. Bunun engellenebilmesi, öncelikle bir kamusal/everensel bilgi alanının tanımlanmasını gerektirir. Fikri mülkiyet koruması dışında ve herkese açık bilgiyi ifade etmek için kullanılan “kamusal bilgi alanı”, internet üzerinde kamunun aleyhine bir gerileme ve daralma içindedir. Geçmişte herkesin faydalanmasına açık olan bilgi, sanal ortamda bu özelliğini yitirmekte; herkese açık kütüphanelerin ve arşivlerin yerini parayla üye olunan veya benzer, şifreli sistemler almaktadır.
Fikri ürünlerin dijital ortama aktarılmasıyla ortaya çıkan durumda, bilgi artık fiziki bir mal olan plak, kitap, dergi vb. içinde satılmamakta; fakat yayıncı tarafından verilen bir lisansla tüketicinin eseri kullanabilmesi sağlanmaktadır. Bilgi üretiminde anahtar rol oynayan yayıncı, eserleri artık kitap, dergi, CD gibi bir eşyanın mülkiyetini geçirerek değil; sanal ortamda gayrımaddi bir erişim hakkı satarak pazarlamaktadır. Görüldüğü üzere böyle bir sistemde bilgiye erişimin kaynağı, kütüphane ve arşiv gibi kurumların elinden çıkarak yayıncıya geçmektedir. Klasik fikri hukuk, eserin çoğaltılması ve dağıtılmasıyla ilgilenir. Eserin kimler tarafından kaç kez kullanıldığı önemsizdir. Oysa bilginin dijital ortamda sunumu söz konsusu olduğunda hak sahibi, tüketim başına fiyatlandırma(pay per view) stratejisini uygulayabilmektedir. Bunun sonucunda fikri hukuk, bilginin üretimini ve kullanımını doğrudan kamu aleyhine sınırlayan bir niteliğe bürünmüştür.
Son 10 yılda internete bağlı olarak eser koruması alanında görülen ulusal ve uluslararası düzenlemeler, yukarıda açıklanan stratejinin hayata geçirilmesine hizmet ederek, bilgiye erişim bakımından, temel birey haklarını da ihlal eden, kamu aleyhine bir durum yaratmıştır.

29 Mayıs 2008 Perşembe

Hukuksal Bilimkurgu

 

Hukuksal Bilimkurgu

(Matrix senaryosundan Marx'a özensiz bir deneme)

İnsan mı makineleşiyor, yoksa makinalar mı insanın yerini alıyor ? Belki de, insanın işlevi, makinaların kullanımıyla sınırlanıyor. Tamamen otomasyona geçmiş toplumda insanlar sadece makinalara komutlar verecekler. Üstelik, bu makinalar günden güne daha az kontrole ihtiyaç duyacaklar. İşin aslı, interkatif aygıtları sevdik. Ekran, gerçekliği dışarda tutmanın bir aracı yabancılaşmış insan için. Ekran bizi yansıtıyor, hem de olmak istediğimiz şekilde. İşte bu nedenle günden güne daha fazla zaman geçirebiliyoruz ekran karşısında. İnteraktivite konvansiyonel makinaların neden olduğu yabancılaşma hissini bir an için gideriyor.

 

İnsan makineleşiyor mu sorusunu sorarken belki de dikkat edilmesi gereken nokta, makinelerin protezleştiğidir. Bedenin bir parçası haline gelmeleri.

 

Düşünün: Bugün bir kimse evinde, yatağında uzandığı yerden bir şirketi yönetebilir. Gerekli yazılım sağlandığı takdirde, bu kişi oturduğu yerden üretim için düğmeye basıp sonra da pazarlama kanallarını harekete geçirebilir. Bu noktada, teknoloji hakkındaki bilgilerinizi kullanarak daha yaratıcı olabilir, evinde yatan adamımızı yattığı yerde en az yorulacağı imkanlarla donatabilirsiniz. Yine de bu kişinin yattığı yerden de olsa, durumu değerlendirerek pek çok karar vermesi gerekir. Moda renkleri takip etmeli ve ona göre üretim talimatı vermelidir. Yaklaşan dönemde ekonominin seyrine bakarak üretimi planlamalıdır. Konuyla ilgili mevzuat değişikliklerini de takip ederek ayarlamalar vs; bir çok şey yapması gerekir.

 

Biraz ileriye gidip, internetin çok daha hızlı ve yaygın bir bağlantı olduğunu, buna ek olarak içeriğin çok daha zenginleştiğini ve son olarak da yazılımların artık, moda renkleri bulabilecek, mevzuat değişiklğini elektronik resmi gazeteden takip edip, girdilerdeki vergi değişikliğine uygun optimizasyon kararları verebilecek hale geldiğini farzedelim. Bu yazılımın sözleşme taslakları hazırlama gibi yetenekleri de olabileceğini unutmayalım.

 

Kuşkusuz yatağında yatan insanın, şimdi çok daha az konuyla ilgilenmesi gerekiyor. Peki ne yapacak? Elde ettiği boş zamanda barok mimari üzerine bilgisini arttırır mı dersiniz? Bana sorarsanız, patron bu kişinin bir kaç şirket daha idare etmekte hiç zorlanmayacağını farkedecektir. Lafı uzatmak mümkün ama eninde sonunda, bu düşünce çizgisinin, insanın pile dönüşmesi (indirgenmesi) sonucuna vardığını anlayabiliriz. Gerçekten de makinaları kontrolle sınırlı işleve sahip insanın nihai fonksiyonu, makinaya ihiyacı olan enerjiyi sağlamak olacaktır.

 

İnsan kaynakları yazılımının (simülatör):

“-- üzgünüz ama sadece pil olarak boş yerimiz var. Malumunuz diğer işleri makinalar fazlasıyla iyi yerine getiriyorlar. Bugünün dünyasında size pil olmak düştü.” dediğini duyar gibiyim. Çaresiz kabul edeceksiniz. Üretim içinde yoksanız; bugün nasıl bir hiçseniz, yarın da farklı olmayacak. Neden olsun ki, hangi noktada ne için bunun değişeceğini düşünüyorsunuz. Evet hala hayatta bir noktada, bir insanın vicdanına, sağduyusuna ihtiyaç duyulduğu oluyor ve bu hep böyle oldu. Hepsi doğru, fakat günden güne daha az. Azalmakta olan birşeyin eninde sonunda biteceğini unutmayalım. Ne kadar uzun zamandır azalıyor olsa da!

 

İnsanın üretim içindeki fonksiyonu gittikçe bölünüyor ve sınırlanıyor. Bizden, işin hep daha küçük bir kısmını, daha fazla sayıda ve daha iyi yapmamız isteniyor. Uzmanlaşma.... ve sonunda yarattığımız kısım o kadar küçülüyor ki, anlamlı bir bütün olmaktan uzaklaşıyor. Hatta hangi bütünün parçası olduğu bile belirsizleşiyor: Nihai olarak enerji, yani maddenin ilk haline dönüşüyor. Pil-insan (homo-cell). Yani fonksiyonu enerjiye indirgenmiş insan. Gelecekte tek bir uzmanlık olacak. Enerji sağlama uzmanlığı ve herkes aynı mükemmellikte çalışacak. Sen makinalara ihtiyaç duyduğu enerjiyi ver. Geri kalan herşeyi, atomlarından başlayarak makinalar üretebilir. Yazılım ekonomisi işte böyle bir durumu ifade eder.

 

 

Gelecekte, makinaların hukuki temsil yeteneğini tartışacağız. Toplumsal hayatta bu derece fonksiyon üstlenmiş varlıklar hukuki işlem yapabilirler mi? Hata yaparlarsa ? : Temsil edilen sorumlu olacak.

 

Sorumluluk (risk) açısından baktığınızda, bir yazılıma tüzel kişilik ve temsil yeteneği vermekle, şirketlere tanınan statü bakımından pek farklılık göremezsiniz. Hatta makinaların önceden belirlenmiş algoritmaları sebebiyle, bilanço makyajı veya uygunsuz harcamalar gibi bazı yönetim kurulu üyesi alışkanlıklarını taşımamaları beklenebilir. Kuşkusuz, makinayı her zaman borçlar hukuku anlamında haberci kabul edip, kişi (temsilci) statüsüne taşımamak mümkün. Ancak bu makinanın, tek bir kişiye ait olmadığı ve belki de çok fazla insana aynı anda hizmet verebildiği düşünülünce, kimi zorluklar ortaya çıkacağı kesin.

 

BM’in yeni hazırladığı bir taslak konvansiyon konuya bir yerden dokunuyor. “Draft Convention on the Use of Electronic Communications in International Contracts” 12. maddesinde[1], makinalar aracılığıyla kurulan sözleşmelerde, tüm aşamaların insan tarafından kontrol edilmemesinin, tek başına geçersizlik nedeni olamayacağı belirtiliyor. Elbette makinanın tüzel kişilik olup olmadığı sorusu cevaplanmıyor ama makinanın bir ölçüye kadar insandan bağımsız irade beyanında bulunabileceği kabul ediliyor.

 

Galiba geleceğin şirketi, ortaklarıyla ilişkisi banka hesaplarına aktardığı kar payı olan, devasa boyut ve karmaşıklıkta bir yapay zeka yazılımı olacak.

 

Emre B.

 

 

 

 

 

 

 



[1] Article 12. Use of automated message systems

for contract formation

A contract formed by the interaction of an automated message system and a

natural person, or by the interaction of automated message systems, shall not be

denied validity or enforceability on the sole ground that no natural person reviewed

each of the individual actions carried out by the systems or the resulting contract.

 

 

, Grundrisse Üstüne

 

Emek ve emek gücü

 

Zanaatkar emeğini satıyor; işçi ise emek gücünü. Diğer bir deyişle üretim araçları emeği bağımlı hale getiriyor. Henüz somutlaşıp bir emek ürününe dönüşmeden değerlendirilip, bir potansiyel olarak alınıp satılır hale geliyor. Üretim aracı, emek gücüne kendi başına yarattığı fayda ile kazanamayacağı bir verimlilik yükleyerek onu kendine mahkum ediyor. Kapitalist üretim, yarattığı verimlilikle diğer üretim biçimlerinin görece değerini azaltıyor.[1] İnsan yarattığı ürünün somut faydasından bağımsız olarak üretim çarkı içinde bir eleman haline geliyor.

 

Makine, zanaatkarın aletinden farklı olarak asıl işi yapıyor. İşçinin asıl fonksiyonu gittikçe daha fazla makinelere nezaret etmeye dönüşüyor. Emek artık üretim sürecine hakim değil.

 

Üretim aracı

 

Zanaatkar emek gücünü satmıyor. Emeğinin sonucunu satıyor. Terziye para, diktiği elbise için ödeniyor. Yoksa herkes emeğiyle çalışıyor. Ama zanaatkar emeğin çıktısının sahibi. Zanaatkar hiçbir alıcı olmasa bile emeğini kullanıp üretim yapabilir. Ya da kendi tüketimi için üretim yapabilir. İşçinin böye bir şansı yok.

 

 Üretim aracı olmadan salt emek gücünün tahakküm altına alınması köleci toplumu ortaya çıkarıyor. Eğer şiddet olmazsa başka bir toprağı pekala kendi adına işleyebilir. Nitekim zanaatkar kalenin dışına çıkıyor. Bağımsızlaşıyor. Ancak arkadan gelen sanayi üretimi, eşitlik ve özgürlük düzleminde emeğin mahkumiyetiyle sonuçlanıyor. Burjuva demokratik devrimi.

 

Üretim

Ticaret burjuvazisi ile sanayi burjuvazisi arasındaki ayırt edici özellik, üretimdir. Kapitalist, emeği emtiaya çevirmek üzerine odaklanmıştır. Teknolojik imkanların ortaya çıkardığı yeni üretim, tek tek aynı sayıda insanın üretibileceği faydadan çok fazladır. Aşırı verimlidir.

 

Burjuva toplumu : özgürlük eşitlik

 

Bu yeni toplumsal oluşum bir likidasyonu da içeriyor. Önceki toplumsal yapılara göre görünürde “hukuki” eşitlik ve özgürlük üzerine kurulu bu yeni toplumda insan, emeğin kaynağı olarak farklı bir işlev yükleniyor; eşitlik ve özgürlük bu yeni işlevin tamamlanmasına hizmet ediyor. Üretilen faydadan bağımsız; üretimin kendisi bir potansiyel olarak değer haline geliyor. Bu piyasanın doğumunu getiriyor. Piyasa, çok sayıda mübadele eyleminin aynı anda sürekli gerçekleştiği toplumsal düzendir. Piyasa emeği konvertabl kılıyor. Tarihsel süreç avrupa’da piyasa sistemini ortaya çıkardı ve kapalı cemaatlerin dağılmasını sağladı. Bunda teknolojinin yarattığı iletişim imkanları önemli yer tutuyor. Piyasa demek bir yönüyle iletişim demek.

 

Sadece satmak üzere üreten bir yapı doğuyor. Kendi kendisini, büyütebilen bir servet  cinsi beliriyor. İktidar, para demek oluyor. Servetin de konvetabl hale gelmesi, belirli bir üretim gücü olana, diğer tüm nesneler üzerinde bir satın alma hakkı doğuruyor.

 

işbölümü

İşbölümü burada artık sonsuz ayrışmaya gidebilececek bir dinamik kazanıyor. O derece atomize hale geliyor ki, birgün tüm emek süreçleri, tıpkı kendi maddesel özelliğini yitirip atomlara bölünmüş moleküller gibi, aynılaşıyor.İnsan sadece pil olarak üretim canavarına enerji sağlamaya indirgeniyor. Teknoloji ve kapitalist üretim, emeği daha fazla vasıfsızlaştırmak zorunda. Öyle bir nokta geliyor ki, insan 36 derecelik vücut ısısından daha değerli hiçbirşey üretemez hale geliyor. Yabancılaşmanın uç noktası.[2] Bir başka açıdan bakıldığındaysa, teknolojideki gelişim, alternatif enerji, genetikle desteklenmiş tarım , nano fabrikalar gibi buluşlarla bir ölçüde tekrardan bireyselleşme eğilimi mi gösteriyor, diye sormak lazım. Bir grup insan ileitşim ve üretim teknolojisindeki ilerlemeleri kullanarak kendi kendine yeten cemaatler oluşturma yoluna giderken, büyük grup metropollerde sefilliğe mahkum oluyor. 

 

Burada bilgisayarların bir üretim aracı olarak çok önemli ve tarihsel bir değişimi yarattıkları görülmelidir. Bilgisayar kol gücünün değil; kafa gücünün yerini dolduran bir üretim aracı. Piyasanın varlığı üretim araçlarının sonsuz ve sosyal sonuçları büyük ölçüde göz ardı edilecek şekilde gelişimini getiriyor. Kapalı toplumda yine toplumsal ihtiyaçlar üretim araçlarının gelişimini belirliyor. Oysa piyasa üretimin artırılmasını ve üretim araçlarının gelişmini kendi kendisinin amacı haline geitiryor. Bu açıdan bakıldığında  programlanabilir makinalar ve bilişim sistemlerinin kendi kendilerine bilgiyi düzenleme yetenekleri bir üretim aracı olarak onları, etkinlik skalasında farklı bir yere taşıyor. 

 

İşbölümü tüm emeklerin birbirine konvertabl hale gelmesini anlatıyor. Nalbantlıkla duvarcılık gelişmiş bir serbest mübadele piyasasının olmadığı yerde kıyaslanabilir emekler değiller. Oysa kapitalist üretimle her doyum pazarlanabilir hale gelir. Bu diğer yandan kapalı toplumlardaki lonca gibi üretimi, yani arzı, sınırlayan ve cemaat adına düzenleyen ve sınırlayan yapıların da kaybolmasını doğurdu. İşte ticaret hukukunun doğumu burada gerçekleşir. Artık lonca düzenini aşan ulusal coğrafya ölçeğinde bir düzenleyici sisteme ihtiyaç vardır. Aynı şekilde modern patent kavramının doğumundan önce, üretim sırları ve tekelleri lonca içinde düzenlenmiştir. Üretim araçlarındaki gelişmenin yarattığı artı değer lonca içinde paylaşılır. Soyut bir hak olarak tanımlanmaya ve kanunla düzenlemeye ihtiyaç göstermiyordu.

 

Milli devlet

 

Millet bilinci de böyle bir sürecin eseri. Ticaret ve sanayi burjuvazisi için zorunlu olan ulusal coğrafya üzerinde, kapalı cemaatler de olduğu gibi bireylerin karşılıklı ilişkilerine ve toplumsal faydalarına dayalı bir bağ kurmak mümkün değil. Soyut bir millet ideali bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor.

 

mülkiyet

Özel mülkiyet yasası : istediğini üretme, satma ve elde ettiği para karşılığı istediğini alma olarak beliriyor. Kapalı toplumda bu mümkün değil. Arz ve talep piyasa tarafından değil; cemaatin kendi yapısına özgü bir denetimle düzenleniyor. Bu anlamda bir ticaret hukukuna ihtiyaç yok. Piyasanın iç mantığı Özel mülkiyet yasasını doğuruyor. Bunun devamında bu mübadele sistemini milli ölçekte düzenleyen özel hukuk kanunlaştırmaları görülüyor.

 

Emek gücü meselesine, mülkiyetle birlikte bakmak gerekir. Locke mülkiyeti hep bireyin emeğiyle yarattığı faydanın sahibi olması noktasında açıklıyor. Bu açıdan bakıldığında, Locke’un yaşadığı zamandaki dinî ve ırsî otoriteden kaynaklanan mülkiyeti hiç sorgulamadığı görülür. Kişinin emeğinin sahibi olduğunu söylemek, o emeğin soyut şekilde bir üretim sistemine satılmasının kapısını aralıyor. Mülkiyet üzerinden giderek, emeği mübadele edilen bir mal haline getiren yolun taşları diziliyor.  Mülkiyet kapalı cemaat yapısını aşan bir piyasanın ortaya çıkmasıyla anlam kazanıyor. Locke asillerin mülkünden çok, paranın para kazanması ve sermayenin kendi kendisini üretmesi yoluyla oluşan mülkiyeti açıklıyor. Bunun için de emeğin yarattığı faydadan yola çıkarak işçinin kapitaliste tabi hale gelişini işçinin soyut bir potansiyel olarak emeği üstündeki mülkiyetiyle açıklıyor. Düşüncenin tepetaklak edilmesiyle sonuçlanıyor. İşçi konumundaki kişiye hiçbir olumlu katkı getirmeyen bir mülkiyet, işçi sahibi olduğu için emeğini satmıyor. Satın alınması gerektiğinde onun maliki yapılıyor.

 

sivil toplum

 

İşte sivil toplum, bu özel mülkiyet temelinde yapılanmış topluma deniyor. Burada kapalı cemaatin ve feodal iktidarın sınırlamalarından kurtulmuş bir mübadele sisteminin insanlarından bahsediliyor. Bu anlamda türkiye gibi kendi srmaye birikimine dayanmayan toplumlarda bir karşılığı yok. Aldığından fazla satamayan bir toplumda, sivil toplumdan bahsedilemez. Çünkü sivil toplumun dinamikleri, yani mübadele sisteminin elemanları, içteki yerleşik iktidarı dönüştürücü güce sahip değildir. Üreticiler cemaat otoritesinden bağımsızlaşır fakat daha büyük ekonomik yapıların bölgesel çıkarlarının uzantısı olmaktan kurtulamaz. Avrupada olduğu gibi meşruiyetini kanıtlayacak bir zenginlik akışı sağlayamaz topluma. İşte bu sivil toplum burjuva toplumunu, burjuva demokratik devirmini ifade eder.[3] Sivillik, her türlü asalet veya paraya dayanmayan toplumsal ünvandan  arınmış bir toplum yaratmakta ortaya çıkar.[4] Burada özgürlük en başta , toplumsal bir sorumluluk olmaksızın, gücü yettiğince ve dilediğince üretmektir. Bu özgürlük üretim artışına hizmet ettiği ölçüde diğer alanlara da yayılabilir. Piyasadan herkesi silecek kadar fazla ve ucuza üretmek serbesttir. Bu lonca düzeninde asla izin verilemeyecek bir durumdur. İşte siivil toplum en temelde bu özgürlüğü ifade eder. Üretim artık ihtiyaçların karşılanmasıyla sınırlı değildir. Yeni ihtiyaçlar yaratılması da meşru bir faaliyet haline gelir. Üretim piyasa için yapılır. Artık lonca kuralları değil; piyasa mantığını destekleyecek ticaret hukuku ortaya çıkar.

 

Sivil toplumda eşitlik, herkesin kendi emek gücünün sahibi olmasıdır. Kimse buna el koyamaz. İster satar ister satmaz. Asalet, kutsiyet gibi piyasa dışı yollardan edinilen servet önemsizleşir ve paraya çevrilip satılır hale gelir. Eşitlik bir kazanma ve mülkiyet eşitliğidir.[5] İşte günümüz serbat piyasa demokrasileri bu piyasalaşma süreci üzerine kurulu bir denge ve mücadele eksenidir. İnsan hakları böyle bir liberalleşme anlayışının bir tezahürüdür. Sosyal boyutu ve onu destekleyecek yerel üretici güçler  olmaksızın, sivil toplum dış sömürüye açık bir pazardan başka bir anlama gelmez. İşte bu insan hakları mücadelesi bir burjuva toplumu projesidir. Bu kazanma ve üretme özgürlüğü üretim araçlarına sahip olmayanlar için bir bağımlılık anlamına gelir. Üretim aracı olmadan kişi emeğinin karşılığında bir ürün ortaya çıkaramaz.  Eşit ve özgür birey, kendi isteğiyle emeğinin ürününden yaşamasına yetecek bir para karşılığı vazgeçer. Ücretler yükselir ve işçiler de üretim aracı alacak sermayeye kavuşursa, ekonomik kriz devreye girerek altta kalan kapitalistleri silkeler en güçlüler serpilir yoluna devam eder. Böyle sonuçları önlemek için işsizler adı altında bir yedek işgücü hazır bekletilir.  İnsanlar son tahlilde ikiye ayrılıyor: yaşamak için istemediği bir işi yapanlar ve yapmayanlar. Toplumların geleneksel bağlarından kurtulmaları ve paranın egemenliğinde düzenlenmelerinden sonra özgürlük gerçekleşiyor.

 

İnsan o derece küçülür ve vasıfsızlaşır ki, ya 30 yıl haftada 5 gün 12 saat çalıştırılarak veya topların önünde cepheye sürülerek kitlesel olarak yok edilir. İnsan o derece yoksunlaşır ki, özgür ve eşit olması artık bir tehlike yaratmamaktadır. İnsanı küçültürken insan hakları havariliği yapmak bir şarlatanlıktır. Artan meta bombardımanı karşısında her türlü maddi imkandan yoksun bireyi zaptetmek ancak  dinle mümkün. Ancak devamında üretici güçler, bir anlamda, bu özgürlüğü o derece kötüye kullanıyorlar ki, burjuva devrimi kendi ideaalerini reddetmek zorunda kalıyor. Kazanma ve üretme özgürlüğünün içselletirilmesi ve karşı çıkılamayacak denli kuvvetli yerleşmesiyle, burjuva devrimi insan hakları gündemini reddediyor. 20. yy’ın sonunda bu proje tek ayaklı hale gelmiş ve özelleştirme dalgasıyla üretici güçler yerini finans kapitale bırakmıştır.  Sebest rekabet bir taraf lehine o derece bozucu bir etki yapıyor ki, artık burjuva toplumununb kurulmasına imkan verecek eşitlik ve özgürlük önce anlamını yitiriyor, insanın küçülmesinin sınırlarına yaklaşılınca artık bu özgürlüğe dahi tahammül edilemiyor. İşte bugün geldiğimiz nokta budur. Çalışma yaşamındaki baskılar, şehirlerin kamerayla kontrolü, iletişim güvensizliği en temel burjuva devrimi değerlerinin rededildiği bir zamanda oluyor. 

 

Avrupa’da sivil toplum, dinsel ve ırsi otoriteden kurtulmak isteyen üretici güçlerin hareketidir. Türkiyede yerel üretici güçlerin zayıflığı ve dış kaynaklı olması, yerel ırsi ve dinsel otoriteyle işbirliği içinde olmalarını sağlamıştır. Dolayısıyla 2000’li yılların türkiyesinde sivil toplum öncelikle sermaye kaynaklı baskıların tüketilmesini gerektirir. Gelirlerini ve geleceğini bozdurup satmakta veya rehin vermekte olan bir toplumun, sivilleşmesinden bahsetmek abesle iştigaldir. 18. yy’da bireyi özgürce bencilleştirmek yoluyla ortaya çıkan ve bunu yaparken devlet otoritesini kendi ihtiyaçlarına indirgeyen sivil toplum, bugün aynı şekilde yaratılamaz. 18.yy kurgulamasında birey işte bu kazanma ve üretme özgürlüğü uğruna devlete başkaldırma hakkına sahiptir.

 

 

 

 



[1] Bu sürecin varabileceği nihai nokta insnaın vücut ısısıyla sadece bir pil olarak, makinalarca yönetilen makinaya enerji sağlaması oluyor.

[2] Burada insan psikolojisinin evrimsel açıklamasına kadar giden bir sorgulama da var. Neden bu üretim çılgınlığına düştü insan. Eğer bu derece büyük bir çelişkiydse nasıl olup da gerçekleşti. Belki de biyolojik yapımız  evrimsel nedenlerle çok fazla maddesel ihtiyaçlara odaklanmış.  Sanki beynimizde kısa devre yapmış bir yer var. fazla gelişkin beyin fazla uyarılma mı?

 

[3] Almanca köküyle “burg” ve latince “civitas”, kent anlamına gelir. Burjuvazi ve sivil toplum ilişkisi s.37 dipnot 24

[4] Ancak milli coğrafyanın sermaye birikimi yoksa bu toplum sivilleşemez. 

[5] Örneğin Osmanlı’da herkes at sahibi olamaz.

17 Mayıs 2008 Cumartesi

AKILLI BİLGİSAYARLAR VE GELECEKTE MÜZİK

 

AKILLI BİLGİSAYARLAR VE GELECEKTE MÜZİK*

 

Ray Kurzweil**

 

Günümüzde, müziğin altyapısını oluşturan teknoloji radikal bir değişim içindedir. İnternet bağlantı hızı artarken, teknoloji giderek daha küçük boyuta indirgenmekte ve özellikle insan beynine ilişkin  bilgi katlanarak büyümektedir. Üç boyutlu moleküler işlemcilere sahip bilgisayarların  2030 yılından önce insan düzeyinde yapay zekaya sahip olacakları düşünülüyor. Daha da önemlisi, bugün halihazırda başlamış bulunan çalışmalar sonucunda, insan beyninin işleyişine ilişkin sırlar reverse engineering[1] yoluyla, kısmen de olsa açıklığa kavuşacaktır. Yapay zekanın, seviye ve kıvraklık bakımından  insan zekasını yakalamasıyla birlikte, teknolojik ilerleme ve söz konusu zeki bilgisayarların karşılıklı etkileşimi, insan zekasının ötesine geçen makinaları ortaya çıkaracaktır.

 

Bu gelişmeler, giderek müzik de dahil olmak üzere; insana ait pek çok etkinlik ve davranışı derinden etkileyecektir. Müzik elbette, insan duygularının ifade edildiği, müzisyenin içsel yolculuğunu ses yoluyla dinleyiciye aktardığı araç olmaya devam etse de, gerek kavramsal anlamda gerekse yaratılma süreci bakımından ciddi bir dönüşüm içindedir.

 

Yaklaşan devrim ve fikri haklar

 

Sorun her ne kadar müzik endüstrisinde patlak vermiş gibi görünse de fikri haklar konusu, müzik ve ses teknolojilerinin çok ötesinde bir alanı etkiliyor. Toplam dağıtımdaki artışa rağmen, müzik endüstrisinin gelirleri daha şimdiden önemli ölçüde küçülmüştür. Süregelen finansal kriz, şirketleri çok satan sanatçılara yöneltmiş; bunun doğurduğu tutucu ve tedbirli yaklaşımsa deneysel müzikle uğraşanlara desteği azaltmıştır.

 

Fikri hak korumasında başgösteren yetersizlik, müzik aleti üreticilerini de etkilemektedir. Synthesiser, sampler, mixer ve audio processeor gibi aygıtlar artık tamamıyla yazılım şeklinde üretilebilmektedir. Reason[2] adlı yazılımın dünyada mevcut kopyalarının %90’a yakınının yasal yollardan satın alınmadığı dikkate alınırsa, korsan yazılımın müzik aleti üreticileri için ne büyük  tehlike oluşturduğu görülebilir.

 

Bugün hala yazılımın kontrolü için belirli  bir donanım, yani bilgisayar kullanılmaktadır; ancak,  bütünsel görsel/işitsel sanal gerçeklik[3], 2010 yılına kadar teknolojik olarak mümkün hale gelecek ve bu aşamadan sonra,   tamamen yazılım şeklinde tasarlanmış sanal kontrol araçları devreye girecektir.[4] 2020’li yıllarda ise nano-teknoloji[5] temelli üretim yöntemiyle herhangi bir aygıtın neredeyse sıfır maliyetle üretilebilmesi mümkün olacaktır.

 

Yukarıda anlatılanların gerçekleşmesi,  uzak gelecek olmadığı gibi, müzik endüstrisi bakımından temel ürün olan müzik, daha şimdiden saf enformasyon/bilgi şekline dönüşmüş durumdadır. Tüm ekonomik sektörlerde, ürünlerin ve hizmetlerin her geçen gün daha fazla bilgi/enformasyon temelli bir hal aldığını görüyoruz. Nano-teknoloji çağına ulaştığımızda ise çoğu ürün, artık saf bilgi/enformasyon haline gelmiş olacaktır.[6]

 

Fikir ve sanat eserleri üzerindeki haklar bakımından hukuki korumanın sonu anlamına gelen kullanıcılar arası dosya paylaşımı (P2P file-sharing), gelişen gerçek zamanlı internet bağlantısı sayesinde daha büyük bir sorun haline gelecektir. Çünkü mevcut fikri hak rejimi bu durumları öngörmemektedir. Arkadaşınızı arayıp yeni aldığınız CD’yi telefonda ona dinletmeniz bir fikri hak ihlali değildir ve olmamalıdır. İşte bu noktada, telefon görüşmesinin nasıl tanımlanması gerektiği önem kazanabilir; ve telefon konuşmasını, gerçek zamanlı enfermasyon akışı sağlayan bir bağlantı olarak tanımlamak da mümkündür. Dosya değişimi yapılan internet yakın gelecekte, her türlü bilginin gerçek zamanlı aktığı bağlantı düzeyine ulaşacaktır.[7]

 

Gerçek zamanlı bağlantı düzeyinde, bir şarkıyı dinlemek istediğinizde aynı bugün olduğu gibi internet üzerinde o şarkının bulunduğu bilgisayarı bulacak; fakat bu kez download etmeden şarkıyı uzaktaki bilgisayara çaldırıp internet üzerinden gerçek zamanlı olarak dinleyebileceksiniz. Bu durumda bilgisayarın sabit diskine bir kopyalama söz konusu değildir; oysa fikri hak öğretisi kopyalama/çoğaltma kavramı üzerine inşa edilmiştir. Bir şekilde çoğaltma/kopyalama fiili ortadan kaldırılabilirse her hangi bir fikri hak ihlalinden söz edilemeyecektir. Söz konusu gelişmenin, interaktif uygulamalar da dahil olmak üzere tüm yazılımlar için geçerli olacağını düşünebiliriz. Başka bir bilgisayarın, pcAnywhere veya Microsoft Remote Desktop gibi bir uzaktan erişim programı aracılığıyla etkin şekilde kullanılması söz konusudur. Bilgisayarların günden güne daha güçlü makinalar haline gelmesiyle; internet üzerinden uzaktaki bilgisayara istenen müziği çaldırmak için, işlem ve hafıza kapasitesinin çok küçük bir bölümüne ihtiyaç duyulacaktır.

 

 Lisans sözleşmeleri ve genel olarak fikri hak rejimi bu gelişmelere ayak uyduracak şekilde düzenlense bile problemler sona ermeyecektir. Neyi yasaklamamız gerektiği sorusu hala cevapsızdır.[8] Arkadaşlarınıza beğendiğiniz şarkıları dinletmeniz  veya hoşunuza giden yazılımları göstermeniz yine de mümkün olmalıdır. Ancak binlerce üyesi bulunan internet kullanıcı ağlarının da (network) arkadaşlık[9] kavramının ötesine geçtiği bir gerçektir. Bu anlamda hukuk, arkadaşlık kavramını yeniden tanımlamak durumundadır ve çok kaygan bir zeminde yol aldığımız hemen görülebilir.

 

İnsanların bilgilendirilmesi noktasında ise, daha da büyük zorluklar söz konusudur. Tüketiciler, eğer telif hakkı (copyright)[10] kavramından bir şey anlıyorlarsa; o da, korunan eserdeki bilginin kopyalanması, çoğaltılmasıyla ilgili olduğudur. Gerçekte kopyalama olmaksızın  nasıl olup da hukukun çiğnendiğini insanlara açıklamak zor olabilir.

 

Ancak yine de mutlak sonuç almayı sağlayacak kimi yöntemler akla gelebilir. Korunmak istenen yazılımın sadece belirli bir bilgisayarda çalışmasını sağlayacak kilit sistemleri mevcuttur. Bu sistemler yazılımı kullanan bilgisayarın belirlenmesi prensibine dayanır ve günümüz için oldukça iyi işlemektedirler. Ancak gerçek zamanlı yüksek hızda internet bağlantısı bu mekanizmaları da etkisiz hale getirecektir.[11]

 

Hukuki koruma açısından ortaya çıkan kimi zorlukları tespit ederken, fikri hak rejiminden vazgeçmenin mümkün olmadığı unutulmamalıdır. Aksi takdirde, fikri ürünlerin ortaya çıkması için gerekli sermayenin oluşumu baltalanmış olur.

 

Müzik ve benzeri türde içeriğin korunması yönünde farklı düşünceler geliştirilebilir. Ancak kişiler istedikten sonra yasaları dolanmanın bir yolunu bulacaklardır. Bu bakış açısının değişmesi için bireyleri, fikri hak korumasının önemi üzerinde eğitmek makul bir yaklaşım olabilir. Sosyal bir değişim yaratmaksızın getirilen teknik imkanlar başarızılığa mahkumdur.

 

Elbette böyle bir sosyal değişimi beklemenin gerçekçi olup olmadığı sorgulanabilir. Bu noktada  başarılı bir örnek, cep telefonu operatörleridir. Müzik endüstrisinin tersine; cep telefonu şirketleri, 1950’li ve 1960’lı yıllardaki gibi uzak mesafe konuşmaları yüksek şekilde fiyatlandıran tarife modeline bağlı kalmadılar. Zamanında onlarca dolarla ifade edilen uzak mesafe telefon ücretleri, bugün birkaç sente inmiştir. Böyle olmasaydı, tıpkı müzik dosyaları için olduğu gibi,  kişilerin sıklıkla cep telefonu ağına kaçak giriş yaparak uzak mesafe telefonları bedavaya getirmeye çalıştıklarını görebilirdik. Kimilerinin cep telefonu ağını kaçak kullandıkları doğru olmakla birlikte, bunun toplumca normal karşılanır olduğu söylenemez.

 

Müzik endüstrisinin temel hatası, dededen kalma fiyatlandırma modelini değiştirmeyerek, albüm başına onlarca dolar ödenen bir sisteme takılıp kalmasıdır.[12]

 

Internet kullanıcılarına karşı açılmış davalar belli bir oranda  öğretici işleve sahiptir. Ancak kabul edilebilir bir “download” sistemi ortaya konulmaksızın, dava yoluyla bireylere saldırmak uzun vadede akıllıca bir politika olamaz.[13] Bunu farkeden Musicmatch ve Roxio (Napster 2.0) gibi şirketler değişimi yakalamak üzere on-line download hizmeti sunmaya başlamışlardır. Apple şirketi 16 Ekim (2003) itibariyle [14] on-line müzik hizmetlerini windows tabanlı kişisel bilgisayarlara da açmayı planlamaktadır ve Yahoo ve Amazon.com da piyasaya katılması beklenen yeni aktörler arasında sayılabilir.

 

Cep telefonlarında görüldüğü üzere bireyler, talep ettikleri hizmeti makul bir ücret karşılığında alırlarsa, kanunsuz yollara sapmamayı tercih edebilirler. Teknolojik korumanın işe yarayabilmesi için bireylere, rekabetçi ve adil fiyatlandırma çerçevesinde istediklerine ulaşma imkanı sağlanması gerekir.

 

 Ekonominin tümden bilgi temelli bir yapıya doğru yol aldığı bu dönemde söz konusu değişim hala gerçekleştirilememiştir.

 

Müzik Yaratmanın Yeni Yolları

 

Müzikal ifade alanında da yeni olanaklar ve tabii yeni sorunlar kapıda bekliyor. Müzik, ilkel tamtamlardan başlayarak 18.yy’da el yapımı konsol enstrümanları, 19.yy’da mekanik düzenekleri, 20 yy.’ın ikinci yarısında analog elektroniği, 80’li ve 90’lı yıllarda dijital imkanları ve belki de 21.yy.’da yapay zeka olmak üzere  her zaman en yeni, en son teknolojiyi kullanmıştır ve kullanacaktır.

 

Dijital “sampler” ve “synthesizer” yardımıyla insanoğlu ilk kez, salt akustik enstrümanlar kullanmadan, akustik seslerin kompleks yapısına sahip sesler üretti. Örneğin günümüzde piyano sesini sampler aygıtına yükleyip bu sesi çeşitli dijital müdahelerle değiştirip modifiye ederek piyano sesinin akustik zenginliğine sahip, fakat farklı  sesler üretilebiliyor.  Bunun, sadece akustik araçlarla sağlanması ise imkansızdır.

 

Kurzweil 250[15]’yi tasarlarken karşılaşılan özel bir güçlük de, piyanodaki doğuşkan seslerle referans alınan temel frekansın, biribirinin eşit çarpanları olmamasından kaynaklanmıştır. Çoğu enstrümanın armonik yapısında doğuşkan sesler, temel frekansın çarpanlarıdır. Piyanoda doğuşkanlar, temel frekansın tam yarısı veya iki katı olmayıp, ince sapmalar gösterir ve bu, piyanoya eşsiz tınısını veren bir özelliktir. O dönemde bilinen sampler aygıtları ilgili sesi son dalga boyunda loop/döngü içine alarak buna bir “decay envelope” uygulamaktaydı. Bu durumdaysa piyano sesleri, daha çok kilise orgunu andırıyordu; çünkü üretilen sesler, temel frekansın çarpanlarından oluşuyor ve piyano ya da başka enstrümanların doğal yapısından kaynaklanan ince ton farklarını yansıtamıyordu.

 

Son yıllarda, synthesizer, sampler, mixer ve audio processor gibi aletlerin yazılım temelli üretildiğini görmekteyiz. DSP (Digital Signal Processing) temelli donanımların hala bazı avantajları bulunsa da, Reason gibi sanal enstrüman yazılımları şimdiden film müziği veya benzeri profesyonel işleri yapabilecek yeterliktedir.

 

Yeni nesil enstrümanlar tasarlanırken fiziki modelleme esas alınarak, ses frekansı ile tel, ağaç gövde gibi enstrümanın fiziki bileşenleri arasındaki interaksiyon simüle edilmektedir. Bu fikirden yola çıkarak, fiziken var olması mümkün olmayan enstrümanlar tasarlanabilir. Fiziki modelleme yöntemi neredeyse on yılı aşkın zamandır bilinmekle birlikte, bu yolla sanal bir enstrüman inşa etmek için  gerekli yapıtaşları henüz yetersizdir.[16]

 

Gelecekte fiziki modelleme sayesinde her türlü karmaşık malzeme ve kompleks formda obje, usta elinden çıkmış bir kemanda kullanılan reçineye varıncaya kadar, simüle edilebilecektir. Sanatsal ifadenin  fiziki modelleme yoluyla ortaya konulması yüksek teknoloji  DSP çipleri gerektirse de, yazılım tabanlı fiziki modelleme önümüzdeki beş yıl içinde yaygın hale gelecektir. PC’lerde ise özellikle görüntü ve ses fonksiyonlarından kaynaklanan nedenlerle daha fazla DSP teknolojisi kullanılmaktadır. Intel Şirketi, Pentium MMX işlemcinin özel bir versiyonunda konuya ilişkin deneysel çalışmalar yapmış olup, önümüzdeki dönemde bunlara daha fazla ağırlık verecektir. Synthesizer ve tüketiciye yönelik aygıtlarda kullanılan mikro işlemciler artan şekilde DSP fonksiyonu içermektedir.  

 

Gelecek dönemde, zeki veya bilinçli olarak adlandırabileceğimiz, müzikal eşlik yeteneği bulunan bilgisayarlara tanık olacağız. Amatör kullanım için tasarlanmış keyboard vb. aygıtlar uzun zamandır yeni başlayanlara yardımcı olması için “autoplay” özelliğine sahipler. Ancak bu fonksiyon, otomasyonun yine bir insan tarafından kontrol edilmesine ihtiyaç duyduğundan, fazla tatmin edici olamıyor. Zeki olarak tanımlayabileceğimiz bilgisayarlar söz konusu olduğundaysa, müzisyen bilgisayara değil; bilgisayar, müzisyene eşlik edecektir. Bu yönde gelişen teknoloji sayesinde, müzisyenin canlı olarak çaldığı bir melodi üzerine bas, ritm ve bilumum armonik seslerin bilgisayar yardmıyla üretilerek eklenmesi mümkün olacaktır.

 

Tod Machover, kendisince hiper-enstrüman adı verilen interaktif aygıtlar üretmekte olup bunlar, ciddi müzisyenlere bilinçli şekilde eşlik edebilecek yeterliktedir. Böylelikle müzik insanın kontrolünde kalmakla birlikte, tek bir müzisyen, ancak bir orkestranın yaratabileceği zenginlik ve giriftliği sergileyebilecektir.

 

Müzik, bestecilerin ve icracıların duygu ve düşüncelerini dinleyiciye aktarma biçimidir. Bir dil; veya hüzünden mizaha, duyguların ifade edilebildiği bir dil topluluğu olarak tanımlanabilir.  Bilgisayarlar, daha zengin bir ses haznesinin yanı sıra bize bu sesleri kontol ve değiştirme imkanları sunarak müzikal ifade yeteneğimizi güçlendirmektedirler.

 

Bilgisayarlar belirli bir alan içinde insan aklıyla uyumlu çalışabilecek bir  yapay zeka sergileyebilirler. Bu uyum, insanla bilgisayar arasında artan etkileşime paralel olarak zaman içinde gelişecek ve yoğunlaşacaktır.

 

 

 



* Bu makale ilk kez KurzweilAI.net internet sitesinde 13 Ekim 2003 tarihinde “The Future of Music in the Age of Spiritual Machines” adıyla yayımlanmıştır. Dipnotlar çeviren tarafından eklenmiştir. Orjinal metin için http://www.kurzweilai.net/meme/frame.html?main=/articles/art0597.html 

* Ray Kurzweil, çağımızın en önemli mucit, futurist ve yapay zeka uzmanlarından birisidir. ABD ulusal teknoloji ödülü saihibi Kruzweil’in buluşları arasında, omni-font optical character recognition, print-to-speech reading machine,  CCD flat-bed scanner, text-to-speech synthesizer gibi araçlar sayılabilir.  Bu makalenin yayımlanmasına izin verdiği için kendisine sonsuz teşekkür ederiz. Daha fazla bilgi için bak. http://www.kurzweiltech.com/aboutray.html

* Çeviren: Emre Bayamlıoğlu, İBU Bilişim Hukuku Merkezi

[1] Reverse engineering: Bir ürün, yazılım veya sürece ilişkin metodların ve oluşturulduğu algoritmanın incelenerek çözümlenmesi.

[2] Reason, Propellerhead Software adlı İsveçli Şirket tarafından geliştirilen ve müzik üretmek için gerekli drum machine, synthisiser vb. stüdyo araçlarının biligsayar ekranında simüle edildiği sanal stüdyo yazılımıdır.  Mouse yardımıyla bu modüllerin düğmelerini ve diğer potanslarını kontrol edebilirsiniz. Bir başka deyişle Reason, klasik bir stüdyoda yer alan aletlerin bilgisayar ekranına yerleştirildiği bir yazlımdır. Daha fazla bilgi için bak. http://www.propellerheads.se/

[3] Yazarın “full- immersion visual-auditory virtual reality environments” diye adlandırdığı kavram Matrix filmindekine benzer şekilde bireylerin, beyin dalgaları düzeyinde, bütünsel olarak sanal gerçeklik ortamına bağlanmaları anlamına gelir. Monitör ve benzeri donanımlar olmaksızın beyne gönderilen dalgalar sayesinde, adeta trans benzeri bir yolla ses, görüntü hatta dokunma hissi gibi tüm duyulara yönelik bir sanal gerçeklik deneyimini ifade eder. Bunun gerçekleştirilmesi, büyük ölçüde algıların beyinde yarattığı elektriksel değişimin matematiksel modellemesiyle mümkün olacaktır. Böylelikle beyinde yaratılmak istenilen algıya ilişkin elektriksel mesaj, dijital olarak beyin nöronlarına iletilecektir. Yazar bunun 2010 yılı itibariyle kullanılan bir teknoloji olacağını iddia ediyor.

[4] Yazar burada,  Reason gibi programların kullanılabilmesi için hala gerekli olan MIDI klavye veya benzeri donanımların (controller)  gelecekte tamamen sanal hale geleceğini, yani software formatına dönüşeceğini ifade etmektedir. Gelecekte  bilgisayara komut göndermeye yarayan klavye, mouse vb. araçlar da simülasyon haline gelecektir. Yazara göre bir süre sonra, fiziken mevcut bir MIDI klavyeye değil, gözümüzün önünde halogram veya benzeri şekilde beliren sanal bir klavyenin tuşlarına basacağız.

[5] Nano-teknoloji herhangi bir nesnenin, atomik veya moleküler düzeyde inşa edilmesini ifade eder. İnsanlığın tarihi içinde üretim materyallerin, önce mekanik ve daha sonra fiziksel/kimyasal dönüşümüyle gerçekleştrilmiştir. Nano, metrenin milyarda birini ifade eder ve bu da, 5 karbon atomunun büyüklüğüne eşittir. Bugün henüz teorik düzeyde olduğu söylenebilecek nano-teknoloji, maddenin atomlarının tek tek bir araya getirilerek oluşturulması fikrine dayanır. Daha fazla bilgi için http://www.kurzweilai.net/brain/frame.html?startThought=Nanotechnology

[6] Yukarıda dipnot 5’te açıklanan nano-teknolojinin evlerimize girdiğini varsayalım. Farzedelim ki, fırın büyüklüğünde bir cihazımız var; -veya isterseniz sihirli kutu diyelim- ve siz onunla içine sığacak her türlü nesneyi üretebiliyorsunuz. Böyle bir aygıtı tasavvur edebilenler, üretilecek her nesne için karmaşık bir yazılım gerektiğini de duyumsayabilirler. Bir fincana ihtiyacımız olduğunda gidip çarşıdan fincan almayacak; fakat elinizdeki aygıta fincan üretmesi için gerekli yazılımı satın alacağız. Ekonomi, fiziken var olan ürünleri değil onları üretecek makinaların ihtiyaç duyduğu  yazılımı sağlayacak. Bu açıdan bakıldığında müzik ve film daha şimdiden, CD-kaset gibi fiziki varlığından kurtularak,  saf bilgi şeklinde değiş tokuş edilir hale gelmiştir.

[7]“ABD’nin ikinci büyük telefon şirketi SBC Communications ve yazılım devi Microsoft, IP tabanlı televizyon yayınları için 400 miyon dolarlık anlaşma imzaladı. Microsoft, İnternet üzerinden televizyon yayını yapacak IPTV Edition yazılımını, SBC ise fiber kabloları sağlayacak. SBC, Microsoft IPTV Edition platformu ile işleyen IP tabanlı televizyon servisi denemelerini bir süredir yürütüyordu. Ortaklar gelecek yılın sonuna doğru IP tabanlı televizyonların deneme yayınlarına başlayacaklarını duyurdu.” http://www.ntvmsnbc.com/news/296505.asp  

[8] Hukuki sürece bakıldığında, gerek Avrupa Birliği’nde gerekse ABD’de internet veya diğer bilişim teknolojileri yoluyla ortaya çıkabilecek ihlalleri konu alan düzenlemeler görülmektedir. Özellikle ABD’de 1998 yılında yürürlüğe giren Digital Millenium Copyright Act (DMCA) daha şimdiden yetersiz hale gelmiş ve Induce Act adı altında yeni bir yasa tasarısı müzik ve film endüstrisi lobisince ortaya atılmıştır. Bunun karşısında halihazırda mevcut yasaları ifade özgürlüğü açısından sakıncalı bulan sivil toplum hareketleri eleştirinin dozunu artırmaktadırlar. Yeni yasa, ifade özgürlüğü, özel hayatın gizliliği gibi pek çok hukuki sorun doğurduğu gerekçesiyle tepki toplamaktadır. http://www.eff.org/

[9] Yazar burada, Anglo-Sakson fikri hukuk öğretisindeki fair use kurumuna gönderme yapıyor.

[10] Telif hakkı kavramı Türk Hukuk terminolojisi bakımından eser sahibinin mali haklarını ifade eder ve bu yönüyle tam olarak “copyright” karşılığı değildir. Doğru kavram “eser sahibinin hakları” olmalıydı. Burada, hukukçu olmayan okuyuculara kolaylık sağlamak için böyle bir tercih yapılmıştır.

[11] Gelecekte yazılımlar kişisel bilgisayarlara yüklenmeyecek bunun yerine, kullanıcılar yüksek hızda bağlantı sayesinde uzaktaki bilgisayarda kurulu yazılımı çalıştıracak ve internet üzerinden yazılımı kullanacaklardır.

[12] Geleceğin ekonomisinde eser sahipleri, ürünlerinin karşılığını alabilmek için kuvvetli dağıtım ağlarına sahip olmak zorundadırlar ve bu noktada gelişen internet altyapısı her kullanıcıya web üzerinden yayın yapma, bir başka deyişle eserlerini web üzerinde çoğaltma, yayma yani pazarlama imkanını doğurmaktdır. Geleceğin eğlence endüstrisinde kesinlikle daha fazla küçük aktör yer alacaktır. Bilginin, anında ve yığınsal şekilde çoğaltılabilmesi ister istemez birim başına değerini düşürmektedir. Gelecek için asıl hedef, fikri ürün karşılığında bir bedel elde etmek değil fakat fikri ürün yoluyla tüketiciyle kurulan ilişkidir.

[13] ABD müzik endüstrisi tarafından açılmış davalar için  http://www.eff.org/IP/P2P/riaa-v-thepeople.php

[14] Yazının yayımlandığı 2003 sonbaharından sonra Apple, PC müzik pazarına yönelmiş; hatta bu amaçla HP şirketiyle PC pazarına yönelik bir ortaklık oluşturmuştur. 

[15] Ray Kurzweil, aynı zamanda Kurzweil Music Systems adlı şirketin kurucusu olup 1984 yılında akustik enstrüman seslerini simüle eden Kurzweil 250 model synthesizer tasarlamıştır. http://www.kurzweiltech.com/kms.html 

[16] Fiziki modelleme ile anlatılmak istenen  bir enstrümana ses özelliğini veren bütün parametlerin (malzeme, hacim, cila, tel vb) matematiksel olarak formüle edilmesi ve bu matematiksel modele göre üretilen yazılımla aynı sesin bilgisayarda elde edilmesidir. Buna göre piyano ile keman sesi arasındaki farkı matematiksel olarak formüle edebilirsek, bilgisayarın bu sesleri birbirine dönüştürmesi sağlanabilir.  

Evrim mecaramıza kısa bakış

Evrimsel psikolloji:

 

Temel olarak, insan davranışının sosyal faktörlerce belirlenmediği fakat belli davranışların ve dolayısıyla belirli sosyal fenomenlerin, insanın evrimsel süreçte  geliştirdiği iç güdüsel ve karmaşık mekanizmalardan kaynaklandığını savunan psikoloji disiplini.

 

Evrim mecaramıza kısa bakış,

 

10 milyon yıl avcı toplayıcı

10 bin yıl tarım

200 yıl sanayi devrimi.

 

Davranışlarımızın kökenini oluşturan duygusal mekanizmalar, hala avcı toplayıcı dönemde hayatta kalma kalma üzerine evrimleşmiş bir yapı ortaya koymakta. Avcı toplayıcı topluluklar küçük aileler şeklinde örgütlenmişti. Alet kullanma, dil ve diğer sosyal kontak araçları gelişmeden daha kalabalık sosyal toplulukların bir anlamı olamazdı. Sosyal kontak, nihai olarak evrimde öne doğru atılmış bir adım olmakla beraber , evrim sürecinde önemli bir sorun olup üstesinden gelecek mekanizmanın üretilmesi zaman almıştır. Dha geniş avcı ve toplayıcı gruplar oluşması ancak dil ve başkaca organizasyon imkanlarının gelişmesinden sonra  mümkün olacağından insanlık milyonlarca yıl küçük gruplar içinde yaşadı her üyenin hayatta kalması önemliydi. Çünkü az kişiydiler. Belki soylarını devam ettirmek için ancak birkaç üye vardı. Herkes çok değerli. Sevgi, bağlılık belki bu kökten geliyor. Bu aşamadaki bir birliktelik, ekonomik bağımlılıktan fazlasını içeriyor. Dünya birbirlerinden ibaret (öyle bir aile hayal etmiyor muyuz? Öyleymiş oyunu oynayabilecek kadar yüksek frekansta eşler arıyoruz.  Tabi artık öyle değil biliyoruz. Hem de sonsuza kadar. Ama inanmak istiyoruz. Bize çok eskiden yadigar)

 

Süreç içinde daha karmaşık sosyal yapılar (kabile, devlet vs.) içinde kendine yer buluyor. Ancak duygusal boyutu ortadan kalkıyor ve ekonomik işleve bürünüyor. Ekonomik işlevini de yitirincekapitalizmle beraber çöpe gidiyor.

 

Ama milyon yılda serpilmiş bu duygu bu sızı kolay gitmiyor. Eğer gidişatımızda ciddi bir değişiklik olmazsa daha duygusal veya daha fazla duygusal ihtiyaç içinde olanlarımız tarih sahnesinden birgün silenecek. Günümüz ortamında doğal seleksiyon açısından baktığımızda duygusal bağımlılık kesinlikle bir dezavantaj.  Bir zamanlar bizleri hayatta tutan adaptasyonal davranışlar bugün başımıza bela oluyor.

 

 

Aynı şekilde temel mantık ve akıl yürütmeye ilişkin öğrenme yeteneklerimiz de sosyal veya kültürel değişkenlerden etkilenmeyen ve  her insanda evrensel şekilde aynı olan bir evrimsel süreçle gelişmiş ve belirlenmiştir. Bu özellikler çok uzun zaman içinde tekrarlayan bir çevresel sorunun üstesinden gelmek üzere yine uzun zaman içinde geliştrilmiş makanizmalardır. İnsan türünün dış dünyayla etkileşiminin bir sonucudur. Özel çevresel veya kültürel koşulların değil. Yaşadığımız coğrafya veya iklim bizi açık renkli veya uzun boylu yapailir. Ama kimi ortak davranışlarımızı geliştiren psikolojiik mekanizmayı farklılaştıramaz. Çünkü onların ortaya çıkmasını sağlayan çevresel koşulların kültürel, coğrafi iklimsel parametrelerle bir ilgisi yok.

 

Mantık yeteneğinin temelini, sosyal değişim  kurallarının proses edilmesi oluşturur. 

İlk cinayetin de aile içinde işlenmesi (habil/kabil) ve adam öldürmenin hemen tüm değer sistemlerinde yanlış hatta çok kötü sayılması, en eski, en “doğal” suç kabul edilmesi bundan olabilir mi? 

anyguy

 

 Complex adaptations are constructed in response to evolutionarily long-enduring problems. Situations involving social exchange have constituted a long-enduring selection pressure on the hominid line: evidence from primatology and paleoanthropology suggests that our ancestors have engaged in social exchange for at least several million years.  HYPERLINK "http://www.psych.ucsb.edu/research/cep/primer.html" http://www.psych.ucsb.edu/research/cep/primer.html