29 Eylül 2009 Salı

Hukukta Felsefe Yokluğu

Hukuk alanında bilimsel çalışmalar ve yöntemler neredeyse her zaman bir hukuki müessesenin veya normatif düzenlemenin özelliklerini ortaya koymaya, o kurumun farklılıklarını ve hususiyetini anlatmaya odaklanıyor. Bu da nihayetinde ele alınan kurumun, konunun veya olgunun biricik ve benzersiz olduğu gibi bir yan sonuç  doğuruyor. Hukukta bilim insanı baştan ampirisizme mahkum doğuyor. Oysa bilim biraz da  benzerlikleri ortaya koymak kurumları meydana getiren ortak yasalara ulaşmaktır.

Bütün hukuk başlangıcı kitapları hukuku tanımlarken onun bir kurallar bütünü olduğunu söyler ve devamında bu kurallar grubunun farklılıklarını, özelliklerini ortaya koyarlar: yazılı olması, devlet yaptırımını içermesi vb.

Ancak genel anlamda bir kuralın, bir normun ne işe yaradığını; diğer bir deyişle “kural” denilen şeyin ne yaptığını, ne olduğunu anlatmazlar. Kuşkusuz soyut bir kavram olarak “kural” pek çok değişik kategorizasyona tabi tutulabilir. Bu noktada kuralın ne işe yaradığını anlayabilememiz için, eğer matematikteki  küme modeli üzerinde düşünecek olursak, onun bağlı bulunduğu bir üst kümeyi tespit etmemiz gerekir. Kavramsal olarak “kural”ın ne yaptığını, ne fonksiyon gördüğünü belirleyebilmek , onun bağlı bulunduğu üst kümeyi de bulmak anlamına geliyor. Diyebiliriz ki, kural da, mimari/tasarım veya piyasalar gibi insan davranışını düzenlemeye yarayan bir araçtır. Elbette, kural veya hukuk sadece davranış düzenleyici bir araç değildir ve başka pek çok şekilde incelenebilir ve ele alınabilir. Ancak bu yaklaşım hukukun fonksiyonunu anlamak, hukuka analitik ve pozitif bir yöntemle bakmak açısından bir kapı aralamaktadır. Aynı yaklaşım daha öteye geliştirilerek  mülkiyet, borç, velayet daha pek çok benzeri hukuki kavram fonksiyonel ve analitik bakımdan incelenebilir.  Neden eşya hukukunda mülkiyet hakkı, mülkiyetin ekonomik ve sosyal fonksiyonu üzerine daha fazla söz söylemez de bunu tamamen hukuk felsefesi ve sosyolojisi derslerine bırakır. Aile hukuku, okuyacak kişi nasıl olur da ailenin tarihi, kültürel, antropolojik açıdan nasıl incelendiği konusunda bir şey bilmez.

Hukuk kuralları niteliği itibariyle yaşamsal kimi durumların soyutlanmasına dayanıyor; ancak hukula meşgul olan bilim insanı kuralları daha bir üst soyutlukta ele alamıyor. Daha doğrusu almak istemiyor, bununla ilgilenmyor. Konuya böyle bakmak gerekip gerekmediğini hiç düşünmemiş sanki. Kuralın soyutluğu bu anlamda akli bir dış sınır teşkil ediyor, ötesine geçilemiyor.

Kuralları tasvir ve şerh etmek değil de kurallara fonksiyonel bakmak gerekiyor. Kuralların anlamını başka kelimelerle yeniden yazmaktan öteye gitmeyen ve bunun ötesinde çok az bilimsel niteliği bulunan çalışmalar ve tezlerden geçilmiyor ortalık. Oysa daha analitik ve bilimsel bir yaklaşım, yazılı normlarla şekillenen hukuki kurumların fonksiyonel bir algoritmasını yaratmanın çabası içinde olmayı gerektiriyor.  Yoksa bilimin evrenselliği nasıl ortaya çıkar? Bilginin evrensel olabilmesi soyut  olmasını ve olgusal olandan sıyrılmasını gerektirmez mi?

Hukuk alanında yol alan bilim insanı uzmanlaşıyor, hemen uzmanlaşmak istiyor.  uzmanlaşma, bir anlamıyla alanın dış sınırlarına doğru genişlemek oluyor. Diğer anlamıyla ise gelişmek ve tekamül etmek bir  katılaşma, bir tür sertleşme yaratıyor. Esneklik ortadan kalkıyor. Hukukçu da uzmanlaştıkça katılaşıyor; hukuk kendi spesifik alanına indirgeniyor. Kuralların ortaya koyduğu soyut resme ulaşmak daha da zorlaşıyor. 

Hiç yorum yok: